Astroloji Öğrenmek İçin Kitaplar Bölüm 3

Astroloji Öğrenmek İçin Kitaplar Bölüm 3 – Dört Anlaşma

ASTROLOJİ KİTAPLARI – DÖRT ANLAŞMA

Don Miguel Ruiz tarafından yazılan “Toltek  Bilgelik Kitabı” spritüel meselelere giriş aşamasında mutlaka okunur. Anlatım dili basit, verdiği örnekler hayatın içinden ve aslında uygulaması basit. Peki bunun astroloji ile ne ilgisi var? Evet, doğrudan astrolojiyi anlatan bir kitap değil. Ama astroloji serüveninde bize yardımcı olabilecek bir kitap.

Astrolojiye Hazırlık Aşaması

Toltek inancına göre kişiliğin dönüşümü için dört aşama gerekir. Bu dört aşamayı başarabilen insanların kendilerini keşfetme, hayatı ve diğerlerini anlama süreçlerini daha kolay tamamlanıyor. Peki bunun astroloji ile ne ilgisi var? Aslında bu ilgi astrolojiden ne anladığımız ve ne beklediğimiz ile doğru orantılı. Astroloji oldukça geniş bir alan. Babiller ile başlayan bir süreç ve bugün olabilecekler, başımıza gelecekler hakkında sonsuz ihtimaller sıralanıyor. Bu sürece kişisel doğum haritalarımız açısından bakalım. Doğum haritamız bizim adeta parmak izimiz gibidir. Dolayısıyla bu haritalar bize “bizi” anlatır. Harita “bizim” potansiyellerimizi anlatır. Olabilecekler söz konusudur, olacaklar değil. Biz dönüştükçe haritamızın bize sundukları da değişir.

“Sözcüklerini Özenle Seç”

Kişiliğin dönüşümünü simgeleyen dört anlaşma, tam anlamıyla spritüel konuların birleşimi gibi. Şifa arayışımızda -astroloji de dahil- karşılaşacağımız her şeyi içinde barındırıyor. Ben yer yer Divan Edebiyatı’nı ve Tasavvuf felsefesini araya sıkıştıracağım. Çünkü kitabı okurken birçok şey çağrışım yaptı.

“Işık yaşamın bilgi taşıyıcısı idi. Işık canlıydı ve tüm bilgiyi ihtiva ediyordu.”

Işık kelimesini içinde şifa geçen her yerde bulabilirsiniz. Hatta nerede şifa orada ışık desek yanlış olmaz. Işık Tasavvufi metinlerde nur olarak karşımıza çıkar. Aydınlanma ve aydınlatma ile yakından ilgilidir. Bilgi de ışıktır çünkü aydınlatır. Ancak fazla ışık karanlıkla eş değerdir. Toltek inancına göre fazla bilgi iyi bir şey değil. Dış dünyadan alacaklarımızı ve dış dünyaya vereceğimiz şeyleri seçmemiz gerekiyor. Buna ilk anlaşmada “Sözcüklerini Özenle Seç” diyerek anlatıyor.

“Tûti-i mu’cize-gûyem ne desem lâf değil / Çerh ile söyleşemem âyinesi sâf değil”

Nef’i, ilk maddeyi “Mucizler söyleyen bir papağanım, dediklerim sıradan lâf/lar değildir. Felekle (kaderle) konuşmaya tenezzül etmem; çünkü onun aynası (kalbi) temiz değildir.” diyerek özetler. Tasavvuf edebiyatına göre insan tanrının bir yansıması ve onun bir parçasıdır. Bu yüzden yeryüzündeki davranışları özenli olmalıdır. Ağzından çıkan kelimeler de aslında tanrının sözleridir. İnsanlık tanrının yeryüzünde vücut bulmuş halleridir. Hallac-ı Mansur’un “En-el Hakk” söyleminin temelinde de yatan şey budur. Bizler deyim yerindeyse mikro tanrılar olduğumuz için kelimelerimizi özenle seçmeli ve davranışlarımızı da bu doğrultuda değiştirmeliyiz. Nef’i mucizeler söyleyen bir papağanken felek yani kader kalbi temiz olmayan bir aynadır. Ayna kirli olduğu için papağan ona bakıp konuşamaz. Papağanın mucizelerini söyleyebilmesi için aynanın temiz olması gereklidir.

Bizler de müziceler söyleyen papağanlarız. Nef’i’den tek farkımız kirli aynalarla konuşuyor olmamız. Kalbi temiz olmayan aynaların söylediklerini düşünmeden alıyor kabul ediyoruz. Böylece bizim olmayan hatta gerçek bile olmayan durumlarla yaşıyoruz. Bir başka deyimle enerjilerimizi temiz tutmuyoruz. Dönüşüm yolculuğunda kendimize yapacağımız ilk iyilik sözlerimizin birer büyü olduğunu hatırlamak ve kelimelerimizi özenle seçmek.

“İnsanların size doğruyu söylemesini beklemeyin çünkü onlar kendilerine yalan söylüyorlar.”

İkinci anlaşma ise hiçbir şeyi kişisel algılamamak üzerine. Biraz ilk madde ile biraz da sonraki ile bağlantılı. Sonraki madde de asla “varsayımda” bulunmamak ile ilgili. İnsanların kendilerine söylemedikleri doğrular bize bambaşka bir gerçek olarak dönüyor. Bunun üzerine varsayımlarda bulunuyoruz. Bütün enerjimizi bu döngüde harcıyoruz ve sonunda kendimizi tüketiyoruz. Kendi alanımızı yani zihnimizi temiz tuttuğumuz sürece kişilik dönüşümümüz kolay olur. Özetle hayatımızda yolunda gitmeyen bir şeyler varsa suçu başkalarına atmak ya da varsayımda bulunmak yerine yolunda gitmeyen şeyin kökenine inmemiz gerekiyor ki o da biz oluyoruz. Yanlış iletişim ve enerjinin yanlış yerlerde sabit kalmasından dolayı olmaması gereken şeylerle karşılaştık demektir.

Son anlaşma da “elinden gelenin en iyisini yapmak” konusunda ısrarcı olmak. Yukarıdaki hiçbir anlaşmayı yerine getiremezsek bile sadece bunu yapmamız hayatımızı değiştirir. Elimizden gelenin en iyi yaptıkça biz kendimizi ödüllendirmiş olacağız ardından da hayat bizi ödüllendirecek. Daha ileri seviye bir farkındalığa erişecek, bambaşka bir insan olacağız.

Aslında meselenin özü klişe olsa da iyi birer insan olabilmekte. İşte o iyi insan sözünün büyü olduğunun farkındadır, dünyanın onun etrafında dönmediğini bilir, varsayımda bulunup ihtimallerle kendini boğmaz en önemlisi elinden gelenin en iyisini yapar. (Bu elinden gelenin en iyisini yapma düsturuna Osmanlının çöküşü dönemlerinde Rus hakimiyetine giren Türki Cumhuriyetlerin kurtuluş planlarında görürüz. Bağımsızlığı, özgürlüğü kazanmak için, memleketi kurtarmak için elinden gelen işi en iyi şekilde yaparak başla.)

Kitaba erişmek çok kolay. Bir günde bitirip kendi rüyanızdan uyanabilir, dünyada kendi cennetinizi kurabilirsiniz. Yazıma kitapta en sevdiğim, çalışma masama astığım ve her gün kendi kendime tekrarladığım şu cümle ile son vermek istiyorum:

“Yaşamınızdaki canlılık, üretkenlik, sevecenlik Tanrının size ‘Hey, seni seviyorum’ demesidir.

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlendi *